41.Simit&Çay Programı 05 Mart 2025, 14:30

isimli çay programına hepiniz hoş geldiniz. Eee bugünkü konuğumuz Buda Neresi Üniversitesi'nin rektörümüz Sayın Emin Garip Hocam eee ve Lise İşaret Kurulu Başkanımız da bugün aramızda. Adım Oğuzhan Başkanım.
Eee inşallah eee hayırlısıyla bize bir program yapacağımız, size bir söyleşi yapacağımıza inanıyorum. Tantun filmimizle başlatalım. Iki bin dokuz yılında İznik Bursa'da akıllara düşen bu hayal gönüllerde de yer buldu.
BTR Düşünce Kulübü bugün on beş yılı geride bırakmış bulunuyor. Önce insan mutlusunu belirteyen ötekileştirmenin karşısında duran ve insanı yalnızca insan olduğu için değerli kabul eden bir yaklaşımı belirtiyor. Düşünce Kulübü, dil, dil ve mezhep paygıları gözetmeden tüm insanların toplumsal refah ulaşabilmelerini sağlamak için ulusal ve uluslararası alanda siyasi, hukuki, iktisadi ve sosyal konularda fikri ürün geliştirme nisanıyla her gün insanlık ve toplum yerlerinde fikir ve projeler üretiyor.
Bunu yaparken de kamu kaynaklarını ve yerel yönetimlerin imkanlarını kullanmadan tamamen kendi öz kaynaklarınızla yerini getiriyoruz. Düşünce Kulübü tam var mısız bir sivil inisiyatif ve düşünce kuruluşu olarak sorgulayan, ötekileştirmeyen, insan hakkı özgürlüklerini içselleştirilmiş, temelli adalet, merhamet ve yüksek ahlak üzerine kurulamış her daim ilerlemeyi, gelişmeyi ve eraser değerleri merkezine alan bir düşünce kuruluşu onların hizmet etmektir. Düşünce Kulübü Derneği iki bin on sekiz yılında tekrar adını TV Düşünce Kulübü olarak değiştirilmiştir.
Türkiye'nin yanında gelen düşünce kuruluşlarının bir olarak varlığı göstermektedir. Düşünce Kulübü kurulduğu günden bugüne gençlerin etkilik değer gelişimini desteklemeye amaçlı projeler seminerler ve konferanslar düzenleyerek ulusal ve uluslararası alanında büyük bir etki yaratmıştır. Bugün Türkiye'nin elli altı yılında ve yirmi üç farklı ülkede temsilcilikleri bulunan TV Düşünce Kulübü sınırlarını aşarak küresel bir vizyonla faaliyet göstermektedir.
İnsan hakları, özgürlükler, adalet ve yüksek ahlak tanıdığı bir toplum inşa etmeyi hedeflerken evrensel değerlere ve sürekli ilerlemeye odaklanmaktadır. TV Düşünce Kulübü profesyonelerden oluşan niteliksel olarak yetkin siyasetten ekonomi, iş dünyasından gazetecileri ve eğitimcilerden hukukçulara kadar çok farklı alanlardan gelen üyeleri derneğe çalışmalarına katkı sağlamaktadır. Bu çeşitlilik kulübün projelerinin ve faaliyetlerinin zenginliğini arttırmaktadır.
TV Düşünce Kulübü, topluluğun entelektüel ve kültürel gelişimine katkı sağlamak amacıyla geniş bir yer pahası ve etkinlikler düzenleyen ulusal ve uluslararası bir düşünük oluşudur. Kulüp iki aydır bir yeri bulunduğu içşaf dergisi, yıllık kitap çalışmaları, aile konferanslar, eğitim projeleri ve uluslararası projeleriyle aktif bir yoluçlanmaktadır. Avrupa Birliği projeleri ve Birleşmiş Milletler Danışman Asyaküsü hedefi doğrultusunda çalışmalarını sürdüren TV Düşünce Kulübü küresel iş periyanlarıyla toplumsal değişim ve kaliteliğe katkıda bulunmaktadır.
Özellikle gençliğe yönelik projeler geliştirerek gençliğe ve entelektüel gelişimi desteklemekte bu bir gençliğin sorumlu bir geleceğin temellerini atmaktadır. TV Düşünce Kulübü Derneği ulusal ve uluslararası düzeyde siyasi, hukuki, iktisali ve sosyal konularda fikir üretmeyi avaçlayan vizyoner bir düşünce kuruluşudur. Iki bin yirmi dört yılında göç, ekonomi, kentsel planlama ve madenler gibi kritik alanlarda çalışmalarını sürdürmektedir.
Toplumun her kesiminden bireyleri entelektüel olarak güçlendirmeyi ve daha bilinçli, sorumlu, ilerici bir insanlık için dünyayı dönüştürmeyi hedefleyen kulüp on beş yıllık faaliyetleri boyunca anayasa çalışmalarından referandum programları, yerel yönetim ve klasiyer dönüşüm etkinliklerinden, hukuk seminerleri ve düşünce söyleşilerine kadar birçok alanda önemli projeler gerçekleştirilmiştir. Engelli çocuklarla düzenlenen yetkinlikler gibi toplumsal dayanışma çalışmalarıyla da öne çıkmaktadır. Demokrasiye olan inancını her koşulda savunan TV düşünce kulübü on beş Temmuz'da bir girişim sırasında sokaklarda aktif bir duruş sergilemiş ve bu girişime karşı ilk kısmı açıklaması yapan sini toplum kuruluşu olmuştur.
Bu duruş demokrasi olan bağlılığını ve toplumsal sorumluluğunu gururla ortaya koymaktadır. TV düşünce kulübü toplumlu bilinçlendiren, sorumlu bir geleceğin temellerini atan ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye maçlayan vizyoner bir düşünce kuruluşudur. Evet.
Tabii bir kongre geçirdik. Kongre'de sonra ilk program olduğundan dolayı bu programda Zeynep'e, Zeynep'e söylediğim de Adana Yolları'ndaydı değil mi sayın rektörüm? Eee DAKA yeni ilk programını beraber yapalım. Sağ olasın.
Eee o da bizi kırmadı. Eee bir iki cümleyle ilişki işaret kurulu başkanımıza arabız yok. Evet.
Direkt rektörüm verdi sizi. Eee bizim şöyle sayın rektörüm program. Eee konuşma süresi yoktur.
İstediğiniz kadar uzunca konuşabilirsiniz. Yorulduğunuz kadar sinir verirseniz soru cevabını da geçeriz. Ama ben eminim ki eee yorumlayacaksınız.
Biz yorulacağı kadar bize anlatacaksınız. Buyurun. Öncelikle günaydın kıymetli dostlar.
Eee Düşünce Kulübü'nün bu ilk toplantısına davetli olarak katılmaktan unutulduğunu belirtmek isterim. Eee konuşmaya başlamadan önce konuya girmeden önce eee sanırım tanış olmakta fayda var. Adana yolları kısmını söyledi Sayın Başkanım.
Eee ben Osmaniye'deyim. Eee Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimler Fakültesi Eğitim Yönetimi programından ürünüm. Devlet Kulübü'de yurt dışında yüksek ısrarlı doktora yaptım.
Üniversitesinde. Dönüşte ııı iki bin on bire kadar Gazi Üniversitesi'nde çalıştım. Ama bu süreçte bin dokuz yüz doksan dokuzdan başlayıp iki bin on altı Şubat ayına kadar da hep Milli Eğitim Bakanlığı'nda oldu bir ayağım.
Hatta bir dönem tamamen kazma doğruya geçtim. Eee iki bin üç yılına kadar doksan dokuzdan danışman olarak Milli Eğitim Bakanlığı'nda görev yaptım. Daha sonra iki bin üç yılında talim terbiye kurulu üyesi başkan olarak göreve başladım.
Iki bin on bir yılında talim terbiye kurulu başkan olarak göreve başladım. Ve dört yıllık görev süresini tamamladıktan sonra da kamu süredinden emekli oldum. Özel sektörde eğitim gruplarından imalat sektörüne kadar birçok farklı gruplarında, sağlık gruplarında özellikle kapasite geliştirme, kurumsal süreçlerin geliştirilmesi gibi alanlarda danışmanlık yaptığım süreçte yaklaşık bir buçuk yıldır da Mudanya Üniversitesi'ndeyim ve Mudanya Üniversitesi rektör olarak şu anda göreve devam ediyorum.
Şimdi bu tanış olmanın bu kısmı benimle ilgiliydi. Sizlerle tanış olmanın yolu da benim her zaman tercih ettiğim konuşmaya başlamadan önce üç tane soru almayı tercih ederim. Tanışmanın yolu budur.
Çünkü o üç soru ııı aşağı yukarı ııı sizlerle ilgili ve ne konuşacağımızla ilgili bana bir fikir verir. Onun için şimdi üç tane soru alarak başlayacağım ben. Iıı karşınızda nereden geldiğini bildiğiniz ııı aşağı yukarı nasıl bir ııı akademik ve mesleki hayat olduğunu bildiğiniz şimdi birisi var.
Ne sorarsınız? Ne duymak, ne bilmek istersiniz? Ya da ne paylaşmak istersiniz? Üç tane soru. Evet. Soru sorma isteyen.
Sayın İlyas Karçan Bey. Bir soruyu sormak ister. Ahmet Aslan Bey.
Üçüncü soruyu sormak ister. Eğitimcilerin emrini uzaklaştırmak istiyor. Buyurun.
Değerli hocam hoş geldiniz. Ismim İlyas Karçan. Ben de derneğin yayın kurulumunda ııı hizmet etmeye davet eden bir kardeşimizim.
Şimdi eğitim konusu ııı bizim için hepimiz için çok önemli. Buraya ben şöyle bir soruyla girmek istiyorum. On dokuzuncu yüzyılın sonunda özellikle edebiyat dünyasında bir gelişmelerden sonra ııı birinci yüzyılın başı yani bin dokuz yüz beş on ve sonrasında bazı akımlar var.
Eee bunlardan çıkmış çok kıymetli bir eser var. O da Beyaz Zambaklar Ülkesi'nde diye bir eser. Şimdi bizim işin edebiyat tarafı, roman tarafı bizim çok şu anda konumuz değil.
Özellikle Finlandiya ııı özelinde yazılmış bir eser. Ben çok kısa olarak şunu sormak istiyorum. Eğitimde ııı öncülük eğitimde fedakarlık, eğitimde inşa ve imar süreci itibariyle biz Beyaz Zambaklar Ülkesi hayalinin neresindeyiz? Bizim eğitim sistemimiz şu anda öncü, fedakar, vefakar, muallim talebe ilişkisi gibi alanın ne aldığını bildiği, verenin ne verdiğini bildiği o eğitim modelinde ve kalkınmanın birinci yolu olarak gösterilen eğitim modeli biz neresindeyiz? Teşekkür ederim.
Sayın rektörüm, hoş geldiniz. Herkese selam ve saygılı muhabbetle selamlıyorum. Ahmet Arslan, Bursa erkekçisiyse emekli fizik öğretmeni.
Netice itibariyle bir eğitimci olan siz ııı tarih serbiye kurulu başkanlığı görevi yapmış olduğunuzu ifade ettiniz. Çok önemli bir yer. Eğitimin beyni olarak ben değerlendiriyorum.
Çünkü şekil veren, yön veren ve şuurlandırma sahibi o yer mekan ııı noktasına baktığımız zaman sizin döneminizde efendimizin bu başarı oranı milli ve manevi değerleri varlık oranı efendime söyle başarı eğitimdeki başarı bilimsel başarı oranı acaba neydi? Bir de reisi cumhurumuzda biz maalesef eğitimde başarıyı eğitimdeki hedefimizi yakalayamadık dediğim zaman siz bir görev almış bir beyefendi, bir yönetici olarak acaba sorumluluklarınızı ne kadar yerinize getirmiş oldunuz? Ben bu hususta aydınlatınızla sevindim. Bir de ayrıca biz eğitim öğretim zamanında veliler bize teslim ettiği zaman hocam eti senin, çemiği benim derler. Biz bizim yoldan gördüğü zaman öğrencilerimiz yön değiştirildi.
Sayılısı, sevgisi, muhabbeti çok farklıydı. Tabii öğretmenler de buradaki faktörün karşılıklı olması lazım. Bir de kılık kıyafet şu andaki öğrencilerin kılıkı kıyafeti öğretmenin kılık ve kıyafeti maalesef örnek olacak her iki tarafı da eleştirecek yönler vardır.
Bu hususta siz bu uzmanı olarak yetkilisi olarak ilgiler ve yetkililer ne kadar tesiri altıda alıp da yönlendirme imkanınız olabilir? Teşekkür ediyorum. Sayınlar şunu. Hayırlı olsun.
Öpmemek ruhu dağılır efendim. Her sene yüzlerce öğrenci üniversite sınavından hazırlıyoruz. Eee ama gittikçe şöyle bir durum oluşmaya başladı.
Eee öğrenciler de hani hazırlanıyorlar. Eee tabii lise okuyorlar. On iki yılınızı yolunda eğitim ekonomi alıyorlar.
Ama gittikçe geleceği ve ayrılıkları kırılıyor. Hani eee bir şekilde motive etmeye çalışıyoruz ama eee okusak ne olacak moduna daha çok, her sene daha çok geliyorlar haklı olarak. Çünkü o eee seksen birinde iki yüze yakın üniversite her sene yüz binlerce mezun eee bu sürdürülebilir bir şey mi? Hani nereye kadar böyle gidecek? Ne olacak soru hocam? Siz nasıl görüyorsunuz? Yani biz artık öğrencileri, çocukları üniversite için motive etmekte çok zorluyduk.
Gerçekten yani okusak ne olacak haklı olarak yani bilmiyorum. Eee meslek sitelerinden de tabii çok fazla bir sonuç alamıyorlar. Yani üniversiteler bu anlamda Müslüman Üniversitesi ödülünde nereye gelebilir? Nasıl bir şey olabilir? Biz ne diyebiliriz? Bu dönemimiz yok hocam.
Iyi oldu. Teşekkür ediyorum. Şimdi üç tane birbirine güzel soru.
Bu soruların ııı tamamından sonra biraz sonra akış içinde ele alacağım. Şu anda bu sorularla başlamak değil akış içinde sırayla bu soruların her birini ııı ele alacağım ve ııı bu sorular gerçekten bizim için hani ııı işin odak noktasında ııı eğitim dediğimiz şey gerçekten hani bir varoluş meselesi, kimliği güvenlik meselesi. Çünkü geleceğimiz buna bağlı.
Peki eğitim bu kadar acil bir sorun olarak görülüyor mu? Bu konuda şöyle bir problemimiz var. Uzun vadeli bir işi olduğu ve uzun vadede sonuçları aldığımız için çoğu zaman daha kısada sürede sonuç alınacak işlere odaklanabiliyoruz. Bu da biraz eğitimin bir ııı yönüyle baktığınızda odaklanma açısından ne zaman kaç görebileceğimiz bir şey.
Şimdi Dünya Bankası'nın yirmi bir ülkede bir eee ilgili karşılaştırması var. Milli Eğitim Bakanlarının ortalama görev süreleriyle, Maliye Bakanlarının ortalama görev sürelerini karşılaştırıyor. Maliye Bakanlarının ortalama görev süresi, Milli Eğitim Bakanlarının ortalama görev süresinden on sekiz ay daha fazla.
Yani orada maliye politikalarında sürekli önemli bir konu olarak görülüyor. Bakın çeşitli yirmi bir ülkeden bahsediyorum. Ama eğitim konusu daha uzun vadeli olmasına rağmen burada daha sık değişiklikler yaşanabilir.
Şimdi ııı neden eğitim dediğimizde aslında bunun ııı özellikle sanayi toplumuyla sanayi değerliliğiyle beraber ekonomik kalkınma öne çıkıyor. Bununla beraber aslında kitleleri eğitmeye başladığımızda bir herkesi ayrılaştırma, tektifleştirme de başlıyor. Bunun aynı zamanda ulus devlet fikrinin ortaya çıkışı ve yükselişiyle eş zamanlı ilerlediğini düşünecek olursanız bu fikir çok güçlü bir şekilde ııı bütün insanların bir ülkede bütün çocukların aynı şekilde eğitimden geçmesi, aynı şekilde yetişmesi ve süreyle yetişmesi.
Oysa biraz daha geriye giderseniz aslında ııı örneğin bir medresenin ya da benzer şekilde ııı Avrupa coğrafyasında da o dönemde baktığımızda ya da diğer coğrafyalarda bir öğrencinin mezun olmasının yaşla bağlı bir süresi yok. Seneyle bağlı bir süresi yok. Ne zaman ki onun öğretmeni, hocası, muallimi oldu der.
Artık yetti der. Yedgin oldu der. O zaman icazet namesini alır.
Yani diplomasını alır. Ve mezun olur. Şimdi bu aslında herkesi aynı şekilde değerlendirmediğini gösteriyor.
Ama sonra bizim büyük kitleleri okula almamızla beraber, torunlu eğitimle beraber bir yaş var ve bu yaşa ilişkin de bugün pedagojik olarak çok da doğru olmadığı, herkes için bu kadar da geçerli olmadığı anlaşılan, görülen ııı varsayımlar oluşmaya başlıyor. Çocuklar altı yaşında böyle öğrenir, yedi yaşında böyle düşünür. Halbuki altı yaşındaki çocukların hepsi eşit değil.
Çünkü zihinsel gelişimleri, aile ortamları, fiziksel gelişimleri aynı değil. Çocukluk yaşantıları aynı değil. Oysa biz bunları ne yapıyoruz? Okulda aynılaştırmaya çalışıyoruz.
Aynı yere konmaya çalışıyoruz. Sonra da o biraz daha yavaş gelişmiş bir çocuğu ne olarak alıyoruz? Sanki onun ııı zekasında, onun zihinsel kapasitesinde bir problem varmış gibi şey yapıyoruz. Tabii diğer taraftan baktığımızda ekonomik kalkınma için sizin tüm nüfusunuzun aslında temel okuryazarlık ve temel sayısal becerilere sahip olması gerekir.
Aynı zamanda bu nüfusun içinde kapasitesi daha yüksek olanları özellikle yönetim, ARG, inovasyon, yani ürün geliştirecek, yüksek katma değerli işleri yapacak şekilde Aynı değil bak. Orada da farklaşması gerekir. Eee bu olmazsa verimliğiniz düşüktür.
Ve bu bir birikim meselesi var. Bin dokuz yüz beş yılında şimdi eee Beyaz Almaklar Ülkesi eee Finlandiya örneği ama Japonya başka bir örnek. Bin dokuz yüz beş yılında Japonya'da ilkokulda okullaşma oranı yüzde doksan beş bir günlük mesele değil de Japonların başarısı.
Japonların o iki atom bombasından sonra toparlanması Almanların yerle bir olmuş bir ülke ve ekonomiden sonra hızlı bir şekilde toparlanması sadece ve sadece o insan kaynağındaki birikimi ve eğitimli olmanın hızla sağlayabildiğini düşünüyorum. Bugün dünyada şunu görüyoruz. Ekonomik krizler.
Her ülke ve her toplum ekonomik krizler. Fakat herkes o ekonomik krizden aynı hızla çıkmıyor. Eğitim düzeyi yüksek olan verimliği yüksek olan hem üretim hem tüketim tarafında hem tasarım tarafında bilinçli tercihler yapabilecek eğitime sahip toplumlar bu krizlerden daha hızlı çıkıyor.
Şimdi diğer taraftan bu ekonominin ııı kalkınması yanında direniş ve topluma refahı. Direksiyel olarak bakın bütün dünya şunu hesapladı pandemide. Pandemide şunu hesapladılar.
Pandemideki eğitim kaygı ülkelerin gayri saati yurt içi hasılalarını ve bireylerin hayat boyu kazanacakları gelire nasıl etkilecek? Okulların kapalı olduğu süre ne kadar artıyorsa eğitimden uzak kalmak ne kadar artıyorsa buradaki kayıtlarda o kadar artıyor. İspanyol düğümünün ekonomik etkisi seksen yıl sürdü. Bugün pandemide bizim okuldan uzak kalan o birinci sınıf ana sınıfı ııı ilkokul öğrencisi, ortaokul öğrencisi, lise, üniversite öğrencisi daha kırk yıl, elli yıl, altmış yıl bu ülkede ekonomik faaliyetin içinde olacak, hayatın içinde olacak, seksen yıl içinde olacak.
Ve bu etki devam edecek. Şimdi biraz sonra konuşacağız. Bir insanın hayatında kritik dönemler var.
O çocukluk döneminde kaygınızı daha sonra telafi ederiz. Öyle bir şey yok. Kaçırdınız.
Telafi edebilirsiniz bir miktar. Ama o çocukluk dönemindeki gelişimi desteklemeyi kaçırırsanız aradaki fark giderek açılıyor yukarıya doğru. Bu aşağıda kalıyor.
Orada eğitim alan, orada gelişimi desteklenemez. Yukarı gidiyor bu hep aşağıda kalıyor. Ve yaş ilerledikçe bu araya fark açılıyor.
Ha eğitimin bir de şöyle bir misyonu var. İyi insan yetiştirelim. Mahpul vatandaş yetiştirelim.
Burası işte tartışma. Hadi iyi insanda biraz daha anlaşabiliriz. Iyi insan kısmında evet dürüst olsun, sabırlı olsun, sebatlı olsun, azimli olsun, ahlaklı olsun.
Ama mahpul vatandaş kısmına geldiği zaman mahpul vatandaşı kim tanımıyor? Mahpul vatandaş tanımı bir toplumsal uzlaşının üzerine mi oluşmuş? Yoksa mahpul vatandaş tanımı topluma tepeden diklem edilmiş. Burası geçtiğimiz yüzyıllarda bütün toplumda özellikle son iki yüzyılda bütün toplumlarda tartışmalı olan bir konu. Bir adım daha geriye diktiğimiz zaman şu tartışmayı bir de görüyoruz.
Zorunda eğitim konuşuluyor. Diyor ki meşhur kalsifacilerden birisi ne yani diyor? Avam'da mı bizim gibi eğitim alacak? Onlar da mı bizim gibi okuyacak? Avam'da mı okuyacak? Evet Avam'ın da okuması gerektiğini ve eğitimde aslında üç tane temel soru var. Birisi kariker, birisi erişim, diğerine eşit olur.
Bunları da konuşacağız. Çünkü bunların üçü birlikte gözetmezseniz bir toplumda siz huzuru sağlayamazsınız. Top yüküm kalkınmayı da sağlayamazsınız.
Bireylerin kapasitesini de sonuna kadar kullanamazsınız. Ve kullanamadığınız harekete geçiremediğiniz o kapasite kayıptır. Şimdi eee dün kaynağı aldı çocuklar.
Hepimiz kaynağına bakıyoruz. Geçen gün bir anneyle konuşuyorum. Dedim ki çocuğumun için hedefim nerede? Bir lise adı söyledi.
Liseye girsin. Bunu çocuğa da hissettiriyorsun değil mi? Bir çocuğun önüne bir hedef koymuşsunuz, bir liseye girmek. Bütün hedefiniz bu.
Bunun için çabalıyorsunuz. Bunun için o çocuğu baskı altında tutuyorsunuz. Diğer şeylerin hiçbiri yok.
Başka ne varsa insan olmak var. Her şeyden önce insan olmak var. O insan olmak.
Konuşursanız onun da düşündüğünü söylüyorum ama baskı tamamıyla oldu demek başarı üzerinde. Peki okula giden öğreniyorum. On iki yıllık eğitim alıyoruz bari.
On iki yıllık eğitim. Şimdi ekonomistlerle eğitimciler birlikte şunu hesaplıyorlar. Kaç yıl okula gittiniz? Bunun öğrenme karşılığı kaç yıl? Kaç yıl sizce? Bizde Türkiye'de.
Bir tabiriniz var mı? On iki yıl karşılığı. Üç yıl. Sekiz nokta.
Bu bütün dünyada ya sadece Türkiye'nin sorumluluğudur. Şu anda bir öğrenme krizinden söz ediyor. Özellikle pandemiden sonra.
Bir öğrenme krizi. Bunun on yaşına on beş yaşına gelmiş çocuklar okuduğu bir metni anlayabiliyor mu? Anlam çıkarabiliyor mu? Çıkaramıyor mu? Ve maalesef pandemiyle beraber bu okuduğu metni anlayamayan çocuk oranı artmaya başladı. Yani okula gidiyor.
Şimdi Türkiye'yle ilgili kısmı vardı sorunu. Şimdi Türkiye'de Bütün Cumhuriyet dönemine baktığımız zaman ııı bir kez uzunca bir süre nüfusu çok ciddi bir kısmına eğitim ve erişim sağlayamamış olma sorunu var. Yani şöyle oldu.
Iki bin on üçte lisede okullaşma oranı büyükler bahsediyorum yüzde elli yedilerdi. Net daha da düşük. Yani aşağı yukarı.
Her iki çocuktan birisi liseye gitmiyor. Peki ikisiyle gitmeyen çocuk ne yapıyor? Şöyle düşünebilirsiniz. O ikileme de geleceğim.
Ama bu çocuklar da alaylı olacak. Kınar Bey işte çıraklık yapacak filan. Şimdi o alaylı mektepli ikileme başka bir bakış açısı zaten.
Bunu ayrıca ele alacağız. Ama ortaokul seviyesinde, lise seviyesinde hatta ilkokul seviyesinde okullaşma oranını belli bir düzeye çıkarmak daha dünür meselesi bizde. Onun için uluslararası karşılaştırmalarda yetişkinlerin okuryazarlık seviyesine yetişkinlerin liseyi bitirme üniversite bitirme seviyesine bakarsanız yüzde yirmi dört küsür bir okul bitirmeyenlerde.
Iki küsürde yani neredeyse on kat fazla yoksulluk var. Bütün genel istatistiklerine bakın. Üniversite mezunlarının ortalaması daha yüksek.
Sonra lise gelir orada teknik ve genel lise ayrılır. Sonra aşağıya doğru bu ortalama düşer. Yani okumakla okumamak arasında aslında yoklukla yoksullukla varlık ve biraz daha mürekkep olma karşısında ki çizgi kadar bir çizgi var.
Dolayısıyla hani şu soru okusak ne olacak? Okumasak ne olacak? Bakın geçenlerde sosyal medyada çok popüler bir akademisyen bir şey vardı. Dedik ki iki üç tane dedi üniversite var. Bunlara gidemiyorsanız dedik gidin dedi iyi bir lise okuyun.
Ne güzel bir öneri değil mi? Yani başkasının çocukları için bu ülkenin çocukları için ne güzel bir öneri. O yine lise birliğinin sayısı da sınırlı. Birkaç tane öne versiniz.
Hatırlattın mı? Evet, bu okulların kalitesini artıralım. Üniversitelerin kalitesini artıralım. Ama okumayın demek bu kadar hoyranca söylenecek bir söz olmamalı.
Çünkü hala o okuyan, daha fazla eğitim alan daha başarılı. Kritik bir veriyi daha paylaşayım sizinle bakın. Baba o kadar etkili değil.
Ama anne liseyi bitirmişse bir çocuğun üniversite bitirme olasılığı çok çok daha yüksek. Çocuğun yetişmesinde, gelişmesinde sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada böyle. Genel bir veri olarak.
Kritik olan annenin en az liseyi bitirmiş olması. Anne liseyi bitirmişse çocuk için hayat değişiyor. Çocuk için eğitimde bir fark oluşmaktadır diye başlıyoruz.
Onun için okula gitme kısmını sağladık bakınız. Şu anda biz büyük ölçüde okula gitme kısmını sağladık. Türkiye'de.
Buna eriştik. E bunun da bir maliyeti var. Ama şimdi biz şu noktadayız.
Bunun kalitesini nasıl arttırabiliriz? Bunu nasıl daha iyi hale getirebiliriz? Bunun kalitesini arttırmanın bir kısmı kaynakları da etkili. Bir kısmı da çocuğa nasıl davrandığınızda okulda ne yaptığınızda etkili. Pedagojinizde etkili.
Çünkü okulda tuttuğunuz çocuğa ne yaptırdığınız ve ne yaptığınız o çocuğun hayatında bir fark oluşturuyor. Şimdi bakın o kalite dediğimiz şey başarı eleştirilir eleştirilmez işte OECD periyodik olarak bir değerlendirme yapıyor. 15 yaşındaki çocukların öğrencilerin matematik başarısına bakıyor tem başarısına bakıyor ve okuduğunu anlama kendi dilinde okuduğunu anlama başarısına bakıyor.
Bunda bizim hep sıralamamız konuşulur. 39. sıradayız 40.
sıradayız 38. sırada olursanız olun. Bu sırada olduğunuz yerin oradaki puanın karşılığı ne bu neyi gösteriyor? Bakın orada biz 2003'den bu yana hep gelişme gösteriyoruz.
Arada bir iliş çıkışlarımız olsa da ciddi bir ilme yakaladık ve istikrarlı bir şekilde gelişme gösteriyor. Bir kez bunu bir yere koyalım. Şimdi burada bir çok şeyin payı var.
İşte okullardaki kalabalık sınıfların görece daha azalması, öğretmenlerin gelişmesi eğitim anlayışının değişmesi ailelerin daha bilinçli olması, ailelerin buna ciddi katkısı var. Onu da yabana atmayalım. Şimdi bütün bunlar bizi bir noktaya getirdi.
Ama OECD'nin yaptırdığı Eric Harisek diye bir eğitim ekonomisti var. Onun öncülüğünde bir gruba çalıştırdığı ve sağlam bir metodolojisi olan buradaki ölçülen becerilerin bilginin ekonomik karşılığını bununla ilgili bir çalışma var. Eric Harisek'i bir dönem Türkiye'ye davet ettim.
Bir sempozyumda bu konuyla ilgili çok detaylı Türkiye'nin durumuyla ilgili de değerlendirme fırsatımız da oldu. Şimdi orada şunu söylüyor. Diyor ki Türkiye için bu pizza ortalamasında 25 puanlık ve birazcık istatistik bilenler bir standart satmanın ne olduğunu bilirler.
Bir standart satma 25 puan burada. İyileşme önümüzdeki 90 yıl için 3 katrilyon 416 milyar dolarlık ilave bir milli gelir artışı demek. Yıllık ortalama 38 milyar dolar bir bugünün değeriyle net bugünkü değeri baz alarak bir artış demek.
Şimdi ne oluyor? Yani siz çocuklara okumayı, yazmayı, matematiği, pen'i daha iyi öğrettiğiniz zaman sizin milli gelirinizde bir artış meydana geliyor. Doğrudan bir etki değil elbette ki. İnsanların verimliliği artıyor.
Bakınız matematiği birazcık anlayan hele hele bunun birazcık da felsefesini ve mantığını anlayan bir insan bu dünyayı içinde yaşadığı dünyayı mesnelerle birbiriyle olan ilişkisini, insanın mesnelerle olan ilişkisini daha iyi okumayı ve anlamayı becerebiliyor. Bu insanın verimliliği artıyor. Şimdi inanılmaz bir artı değer üretiyor aslında buradaki eğitimdeki kısmı bir başarı.
Evet bu artışta belli bir yerdeyiz ama önümüzde çok yol var. Yani bir Finlandiya seviyesine gelirseniz zaten burası, bu rakamlar başka bir şeye dönüşüyor. Bu sadece 25 puanlık bir artışla bu noktaya gelebiliyorsunuz.
Şimdi bu verilerde yeni, 2025'in verileri bakın biz genç bir nüfusa sahip olduğumuzu söylersem artık genç bir nüfusa sahip değiliz. Şu anda sadece bir tane evimizde aşırı nüfus artışı devam ediyor. Diğerlerinin hepsi son 10 yıl içinde hızlı bir şekilde düşüş gösterdi.
Doğurganlık oranı genç nüfus hızla düşüyor ve bütün projeksiyonlardan, bütün tahminlerden daha hızlı düşüyor. Biz hep şunu söylüyoruz. Fırsat penceresi diyoruz.
Genç nüfusumuz var diyoruz. Artık öyle değil. Artık o genç nüfus aşağıdan gelmiyor.
Hali hazırda genç nüfusumuzun. İşsizlik sorunu var. İstihdam sorunu var.
Açık iş sayıları 2024 Ocak Aralık imalat sektörü ürettiğiniz yer 1 milyon 14 bin 292 açık var. Bursa'da sizler bu işin içindesiniz organize sanayi bölgelerine gidin, işletmelere gidin. Herkes şunu söylüyor.
Eleman bulamıyoruz. Ama işsiz var. O işsiz ne olsa yaparım diyor.
Ama oradaki işi yapamıyoruz. Yani işle elimizdeki insan eşleşmiyor. Bakın OECD'in değerlendirmelerinde bu nitelikle, beceriyle iş uyuşmazlığında iki tane ülke başı çekiyor.
Biri Japonlar, biri biz. Japonlar da bu konuda maalesef kötü bir noktada. Ve bu ciddi bir sorun.
Elinizde işli insanlar bakın iki seneden TRC3 bölgesinde Mardin, Sinir, Batman, Şırnak istihdamla ilgili bir projede bulundum. Türkiye'de işsizliğin ve genç nüfusun en yüksek olduğu bölge. Ama orada bir işe eleman bulamıyorsunuz.
Nedeni ne? O işi yapacak niteliğe sahip değil. Dolayısıyla eğitimin kazandırdığı nitelikle işin uyumlu hale gelmesi gerekiyor. Ne demek imalat alanında sizin geçen yıl 1 milyon 14 bin 292 açığınız var.
Hangi alanda yok ki? Toptan ve perakönde ticaret, idari ve destek hizmet faaliyetleri. Eğitimde bu kadar işsiz insan var. Ama 28 bin 794 açık var.
Bir tarafta bu açık var. Peki işe yerleştirme en çok nerede? İşkur tarafında özel güvenlik, turizm ve otelçilik, reyol görevlisi, konfeksiyon işçisi, servis elemanı. Bakın testi sektöründe içinizde faaliyet yapan var mı? Şimdi orada bir vasıfsız bildiğimiz türden eleman bulabiliyorsunuz.
Ama makinacı, makine, bakım, onarım vesaire kurulum buraya geldiğiniz zaman Türkiye'nin dört bir yanında eksiğiniz var. Şimdi bu eksiklerde, imalat sektöründe özellikle bu eksiklerde kalkınmayı sağlamak, ekonomik büyümeyi sağlamak çok zor. İSO 500'ün içine, bakın İstanbul Sanayi Odası'nın yaptığı o 500 büyük üretim imalat sektöründekilere bakın.
Orada biz yüksek katma değerli ürünlerin payını artıramıyoruz. Yıllardır sıkıştık kaldık. Türkiye'de evet, savunma sanayi gibi belirli alanlar var.
Özellikle devletin desteğiyle, teşvikiyle ve o alana yönlendirmelerle ciddi gelişmeler kaybettik. Ama diğer tarafta bakıyoruz özellikle yüksek teknoloji gerektiren katma değeri yüksek alanlarda hala burada zorlanıyoruz. Şimdi geliyoruz buradan iyi insan ve makbul vatandaş kısmına.
Burada bir video izleyelim. ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... Çünkü tartışma hep bunun üzerinde dönüyor, hep bunun üzerinde tartışılıyor. Diğer kısımları bu kez ikinci plana atabiliyorsunuz.
Şimdi bu konu tekrar eder misiniz Hikmet Hocam, demin söylediğim çok önemli. Ben iki kez söylemiyorum. Burada şöyle bir sorun var, bunu açık yüreklilikle ve dürüstlükle tartışmaktan hep uzaklaşıyoruz.
Örneğin bir teklif insan yetiştirmeyle itham ediyoruz, bir eğitimi, bir sistemi. Ama alternatifinin ne olduğu konusunda, bizim düşüncemizin ne olduğu konusunda çok açık davranmıyoruz. Bu şuna benziyor.
Şimdi özellikle bu neomarksiz ekonomiyle eleştiren bakış açısı var ve burada eğitim politik olmakla itham edilir herhalde. Geriye politik olmayan sadece kendisi kalır, çözüm üretemez buna. Politik olmayan sadece kendisini politik olarak adlandırmaz.
Kendi dışındaki herşeyi eleştirenler de önemli o şüphe. Ama çözüme geldiği zaman, politik olmayanın ne olduğunu geldiği zaman herkes kendi görüşünü bilimsel diye etiketliyor. Herkes kendi düşüncesini bilimsel diye etiketliyor.
Dolayısıyla bunun içinde sıkışıp kalan eğitim sistemleri var. Bu birazcık da az önce ifade ettiğim gibi. Aslında o sanayi devriminin herkesi aynılaştırmak ve bununla beraber ulus devlet anlayışının da belirli bir hakim olan ideolojiyi bütün okullar aracılığıyla insanlara kazandırabileceği varsayımına dayanıyor.
Aslında burada da şu ortaya çıktı. İnsana böyle dikle edilemiyor bir şeyler. İnsan sizin elinizde istediğiniz gibi şekillendirebileceğiniz bir varlık değil.
Benim gibi etkisi olabilir o. Ama okulun etkisi bu 19. yüzyılın başlarında 20. yüzyılda formüle edildiği kadar öyle keskin sınırlarla belirlenmiş bir etki değil.
Çünkü burada aile var, burada toplum var, burada bugün özellikle bir medya etkisi var. Okulun etkisinde birazcık kendi içinde değerlendirmek gerekiyor. Şimdi 2030 yılına kadar yaklaşık 1.5 milyon çalışanı olan büyük işletmeler bunlar.
1.5 milyon çalışanı olan işverenlere bir anket uygulamıyor. Ve bunların ortalama çalışan sayısı 150 bin civarında. Yani 100 civarında bir büyük ölçekten bahsediyoruz.
Şimdi bunu şunun için önemlisiyorum. Geçmişte yaptıkları bu tür çalışmalardaki eğilimleri biz yaşadık. Burada da benzer bir yere gittiğimizi söyleyebiliriz.
Bir kez işletmeleri, iş dünyasını yönlendiren bir takım makro, büyük ölçekte eğilimler var. Dijital erişim yaygınlaştı, herkes dijital olarak bir şeylere erişiyor. Neye eriştiğimiz ayrı bir konu.
Ama erişiyor. Ve hayatımızı yönlendirmeye başlıyor bu dijital dünya. Bunun yanında başka bir eğilim daha var bu pandemiden bu yana devam eden.
Hayat maliyeti, yaşam maliyeti artıyor, fiyatlar artıyor. Ve enflasyon ne kadar kontrol altına alınabilir bütün dünyada. Yani %2 olduğu yerde %6'ya çıkıyorsa çok yüksek, 3 katına çıkmış.
Böyle bakalım. Orada da satın alma gücünü etkiliyor. Karbon emisyonlarının azaltılması bütün işletmeleri etkileyecek.
Şimdi burada yaşlanan bir nüfus var ve genç nüfus azalıyor bütün dünyada. Fakat bir başka şey daha var. Hani gençler gelecekten ümitsiz dedik ya.
Arkadaşlar gençlerin gelecekten ümitsiz olmasının ne kadarı kendi iradeleriyle oluşan bir duyumdur. Ne kadar bilinçli olarak özellikle bu dijital dünyanın oluşturduğu amaçlı ve maksatlı olarak oluşturulan şey. Çünkü iş gücü, emek, beceri aynen para gibi.
Akışkan. Burada durmuyor. Fakat şunu söyleyeyim gençler.
Bugün dünyanın başka yerlerinde cennetler olduğunu zannediyoruz. Böyle bir cennet yok. Bu dünyanın başka yerlerinde en az 40 tane ülkeyi gördük.
Bir tanesini de 9 yıl yaşadık. Cennet filan yok. Üstelik de iyi zamanlarında yaşadık.
Cennet filan yok. Öyle bir dünya yok. Sizi kimse beklemiyor.
Ama nitelikli iş gücünü çekmek için burada şeyler var. Oltalar ve oltaların ucunda yerler var. Ve çok sistematik kullanılıyor.
Burada en etkili yöntem ne biliyor musunuz? Akranları kullanıyoruz. Akranlarını kullanıyoruz. Akranları erişiyor o network'te.
O ağın içinde. Ve sizin yetiştirdiğiniz nitelikli iş gücü başka yere atılıyor. Eğer sizin şartlarınız ve sizin bu konudaki politikalarınız cazip hale gelirse başka yerdeki de buraya atılıyor.
Bu ne yaptığınıza bağlı. Bu sistematik bir politika gerektiriyor. Şimdi teknolojik eğilimlere bakıyoruz.
Yapay zeka, bilgi işleme teknolojileri, robotlar, otonom sistemler, enerji üretimi, depolanması, dağıtımı. Şimdi bunlar öne çıkıyor. Peki bütün bunları yapacak, bütün bunlarda çalışacak insanların asgari sahip olması gereken şey ne? Okuduğunu anlayacak, içinde yaşadığı dünyayı anlayacak, yorumlayacak kadar sayısal beceriye sahip olacak.
Ve aynı zamanda da bir insan olarak bir anlayış, bir kavrayış, temel insani nitelikleri kazandıracağız. Bugün hiç dünyası şöyle bakmıyor insanlara. Sadece hangi becerisi olduğuna bakmıyor.
İş ahlakı var mı? Tutumları nasıl? Aynı zamanda da bunları kazandıracağız. Bu dijitalleşme dediğimiz şey. Bu yapay zeka her şeyin yerini de almayacak.
Bunu da bilelim. Şimdi elbiseli 4 sıfırdan bahsediyoruz, toplum 5 sıfırdan bahsediyoruz. Ama aynı zamanda siz aynı ülkenin içinde elbiseli 1 sıfırda yaşıyorsunuz.
Bunu yapacak da insana ihtiyacınız var. Mesele şu ki bunları yapacak insanları bu eğitim sistemi içinde nasıl belirtiyorsunuz? Bu belirleme yönteminiz, metodolojiniz, okul sisteminiz adil mi, eşit mi? Dengeli mi? Mesele bu. Bunu yaptığınız ölçüde siz o geleceği daha iyi, daha müreffe kılabilirsiniz.
Şimdi 2025-2030 uzaktan bahsetmiyoruz bakın yine. En çok, en hızlı artış gösterecek meslekler. Düşüş gösterecekler de var ama onlara girmiyorum.
Onlara daha çok rutin işler. Rutin işlerin bir kısmını makineler alacak. Bakın şu anda Bursa'da bazı marketler var.
Çıkışta bir kasiyer olmadan alışveriş yapabiliyorsunuz. Emin olun yakın gelecekte bunların sayıları artacak ve oradaki kasiyer sayısı azalacak. Çünkü makina yapıyor bu işi.
Orada bir yazılım yapıyor bu işi. Siz paranızı da ödüyorsunuz, alışverişinizi de yapıp hiç kimseyle muhatap olmadan çıkıyorsunuz oradan. Büyük veri uzmanları, fintech mühendisleri, yapay zeka makina öğrenme uzmanları, yazılım ve uygulama geliştiriciler, güvenlik yönetim uzmanları, veri depolama uzmanları.
Veri depolama önemli bir alan haline geliyor. Ve ciddi yatırım yaparsanız dünyanın verisini depolayabilirsiniz bu coğrafyada. Ama yatırım gerekiyor.
Otonom ve elektrikli araç mühendisleri vs. devam ediyor. Şimdi baktığınızda bunlar için önümüzdeki 5 yıl daha söz ediyoruz.
Çok uzak bir zamandan değil. Bugün üniversiteye aldığınız öğrenci 4 yıl sonra mezun olacak. Zaten 2030'a gelmişiz.
Ve buna yetiştireceksiniz. Peki neyin derdindeyiz? Neyin çabasındayız? Şimdi az önce bir soru sordum üniversite olarak. Şimdi bir, bütün eğitim kurulu, bakın devlet üniversiteleri vakit üniversiteleri fark etmiyor.
Rekabet ayrılıyor artık. Kimsenin öğrencisi garanti değil. Boğaziçi'nin, Öktür'ün, Hacettepe'nin, Bilkent'in, Budanya Üniversitesi'nin, Nişantaşı'nın, İzmir'deki Ege'nin 9 eğitimi, hangisini sayarsanız sayın.
Kimsenin öğrencisi garanti değil. Kimsenin öğretim üyesi de garanti değil. En iyisini nasıl çekersiniz biliyor musunuz? Burada da rekabet var.
Sizin yetiştirdiğiniz öğrenci, burada şu güncel eğilimlerle ne kadar ilintili hale geliyor? Hayatta ilintisi ne eğitimin? Buna bakıyoruz. Balığın ne ilintisi ne? Şöyle bir eğitimin, çok fazla ilintisi yok. A şehrinden B şehrinden 90 kilometre, tamam bir mantık var, anlarım.
Ama bunun bir adım ötesine geçmeniz lazım. O da diyor ki, gelemem Selçuk. Paramın üçte birini Ali'ye verdim, iki bölüm köşeyiyle de elma aldım.
Böyle bir hayat yok. Elbette bizim matematiksel düşünmeye, algoritmik düşünmeye ihtiyacımız var. Mantık kurgusuna ihtiyacımız var.
Bakınız her şeyi hazır bulmak, o menülerden seçip seçip yapmak bizi düşünmez hale getirebilir. Aklımızı, zihnimizi kullanmaz hale getirebilir. Bu bizi sadece tüketicisi yapar.
Tüketicisi olmak istemez o öğrenci. Şunu yapıyorsanız, yapay zekayı kullanarak kopya çekiyor. Bu da ayıp.
Yani ayıp yani, bunun yapılacağı bir ortamınız varsa bu çok ayıp. Çünkü sizin o yapay zekayı kullanarak üretecek öğrenci yetiştirmeniz lazım. Bu ilintiyi sağlamak için.
İki, sizin o üniversitenin dışına çıkıp, o lisenin dışına çıkıp sektörle doğrudan bağ kurmanız lazım. Türkiye'de ilerik yayınlaşıyor, şu anda az sayıda üniversitede var. Meslek Yükselik Okulları'nın son dönemi.
Dört yılın fakültelerinden son dönemi. Bir dönemi. Tamamen sektörle geçiyor.
Üniversiteye de gelme diyoruz. Gelme üniversiteye. İki saat teorik dersler var.
Ne yapıyoruz biliyor musunuz? Onları bir gün üniversiteye getirmiyoruz. Orada kalsınlar. Gidip o kurumlara diyoruz ki, bize böyle bir mekan verin.
O iki saat dersini orada verelim o çocuklara. Çünkü o kurumun, o sektörün, hani tozunu yutsun derler ya eskiler. Onun havasını teneffüs etsin.
Ve bu çocuklar da şunu görüyorsunuz. Bunlar zaten okulu bitirmeden işletmeler ve sözleşme imzaları. Bitti.
O hayata, iş hayatına geçişi sağladınız, bana orada kurtuldunuz. Ama verdiğiniz eğitimlere dersin adını değiştirmek zorunda değilsiniz ama içeriğini değiştirin. İçeriğini değiştirin.
O hayatla ilişkili, iletili hale gelsin. Şimdi, nasıl kısmından? Şimdi eğitimciler de var aramızda. Biz okula 6 yaşında, 7 yaşında başlatıyoruz.
3-5 yaş grubunda okullaşma oranı, okula gitme oranı Avrupa Birliği ülkeleri ortalamasında %93. Şimdi 70-80'li yıllarda ve daha öncesinde finansman sağlarken ilk önce yüksek öğretime sağlıyoruz. Üniversite eğitimini geliştirmemiz lazım.
Sonra dediler ki ya bu mesleki eğitim önemliyse eğitiler. Sonra dediler ki ya bu ilkokul önemliymiş. Bu dönemi kaçırırsak olmuyor.
Daha sonra bir şey fark ettiler ki bu çocuğun gelişiminde bakın, şurada okul öncesi dönem var ya, okul öncesi dönemde beyin gelişimi büyük ölçüde tamamlanıyor. İşin ilginç tarafı şu, değer tutum gelişimi de büyük ölçüde bu dönemde şekilleniyor. Yani bir çocuğa siz belirli değerleri, belirli tutumları kazandıracaksanız, temel becerileri kazandıracaksanız ve zihinsel gelişimini destekleyecekseniz, sizin bu çocuğu erken yaşta almanız lazım.
Çünkü şuraya okul yaşına geldiğiniz zaman geç kaldınız, beyin gelişimi büyük ölçüde tamamlandı. Buradan sonra dikka
DİĞER FAALİYETLER
-
48.Simit&Çay Programı
07 Mayıs 2025, 11:01 -
46.Simit&Çay Programı
12 Nisan 2025, 10:09 -
45.Simit&Çay Programı
25 Mart 2025, 01:00 -
44.Simit&Çay Programı
17 Mart 2025, 14:20 -
7.Simit&Çay Programı
11 Mart 2025, 12:22 -
8.Simit&Çay Programı
11 Mart 2025, 12:22 -
9.Simit&Çay Programı
11 Mart 2025, 12:21 -
10.Simit&Çay Programı
11 Mart 2025, 12:21 -
11.Simit&Çay Programı
11 Mart 2025, 12:20 -
12.Simit&Çay Programı
11 Mart 2025, 12:19