35.Simit&Çay Programı 05 Mart 2025, 14:46

Buyurun başkanım, siz ne söylüyorsunuz? Tekrar günaydın. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Bana bu fırsatı veren ERE Düşünce Kurulu yönetimine ve hafta sonunun bu tatil gününün sabahında bizimle beraber olma televizyonda bulunan siz farklı şahanelerden, hanımefendilerden, beyefendilerden teşekkür ediyorum.
Tabii burada kahvaltı programı mütevazi bir program. Biz de mütevazi bir şekilde 50'li yaşları deviren kişi olarak tecrübelerimizi, yaşadıklarımızı, deneyimlerimizi paylaşalım istiyoruz. Aslında bu bir paylaşım deneyimi, deneyim paylaşımı daha doğrusu.
Bu çerçevede bulunmak lazım. Ben akademisyen değilim ama yaşadıklarımızdan oluşan bir değerlendirme ile ülkemize, şehrimize, insanlığa dair düşünceliyi paylaşmak üzere buradayız. ERE Düşünce Kurulu'nun zaten varoluşu sebebi de bu.
Ben 1972'yim, akademisyenlikte olmuyorum. 1973'de Türkiye'ye göç ettim. Bursa İllim Halk Meclisi, İTÜ Mimarlık Kulütüsü Şehitli Anlamı Bölümünde okudum.
Akabinde ilk memuriyetim İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Sonrasında da 6 sene kadar Dursa Gürsü Belediyesi'nde Fen İşleri Müdürlüğü yaptım. Sonrasında da Osman Gazi Belediyesi, ülkemizin en büyük ilçe belediyesinden birisi.
5 sene teknik konulardan sorumlu başkan yardımcısı olarak çalıştım. Sonrasında da Bursa Büyükşehir Belediyesi'nde yatırımlardan sorumlu genel sektör yardımcısı. Akabinde kendi rızamla istifa ederek 2017'de, istifadan sonra da o zamanki Büyükşehir Belediye Başkanı'nın talebiydi.
6 ay kadar da belediye başkan danışmanlıyım. 7 yıldızda kendi şirketim var, ofisim var. Mühendisim, mimar, danışman, müşavit ismelerini yürütmeye çalışıyorum.
Oğlum Abdullah Melik vardır mimar. Gelinim de Ceyda Hanım, o da mimar. Evde daha iki tane daha mimar var.
İnşaat mühendisi var, makine mühendisi var. Böyle teknik bir ailemin perde olarak burada deneyimlerimizi paylaşmak istiyoruz. Tekrar hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Bizim TR Düşünce Kulübü, ulusal boyutta hatta uluslararası takım deneyimleri paylaşmaya çalışıyor. Ülkemize, şehrimize. Benim de aczane, ülkemizde imar ve planlama faaliyetleriyle şehre karşı işlenen suçlar çok şey bir konu aslında.
Üzerinde durulmayan bir konu. Hepimizde de bir takım suçlar mevcubayız olduğu için. O yüzden bu suç konusunu biraz ıskalıyoruz.
Ama bunun da tabii sebepleri var. Bu sebepler sadece şahsımızla alakalı değil. Sadece kendi yaşantılarımızla ilgili değil.
Bu kadil kültürden, geçmişten gelen bir takım birikimlerden kaynaklı şüphesiz. Bunun üzerinde biraz dilimi doldurunca bahsetmek istiyorum. Bu uzun bir konu.
Felsefi ayarı olan bir konu. Ancak işin teknik ve hukuki tarafı da var. İşin teknik ve hukuki tarafına da bir miktar değinmek istiyorum ben.
Sıkıldık derseniz müdahale edin lütfen. Biraz ben rafı alınca, sözü alınca bu siyasilerden de önemli. Çok uzatabiliyoruz bazen.
Şimdi tabii imar nedir? Mağmur etme, mağmur. Arapça bir kelime ve bizim kültürümüze, hukukumuza yerleşmiş. İmar planı herkese arazi değerlerini arttıran önemli bir kaldıraş.
Bugün ve bütün dünyalarında öyle. Londra'da farklı değil. Avusturya'da farklı değil.
Avustralya farklı değil. Avrupa'da, Baltanlarda da farklı değil. İmar planı hiç şüphesiz bilimsel, teknik verilere dayanarak idari, hukuki malzemelerle birlikte siyaset mekanizmasının da kabulü ortaya konan bir karar.
Bu kararda ne var? Araziyi, parçayı, bölgeyi, toprağı değerli kılan şey. Hiç şüphesiz toprak değerli. İçindekiler, terörist faaliyeti.
En ham haliyle toprak faaliyeti yapılan bir alan. En kadim sektör, tarih sektörü. Ancak onun üstüne biz yetmiyor insanoğluna.
Bir takım şeyler katmaya çalışıyoruz. Katlımız imar tarihi. İnsanın kavgası nedir? Bu elma ile başladım.
Bu elma aslında, biliyorsunuz hep anlatılıyor. Hiç birisi bildiği bir konu değil aslında. Bu elma mal edinme hırsı aslında.
İnsanoğlunun, Ademoğlunun hırsı. Ademoğlunun kendisini aşmaya dair çabası, endişesi. Bununla bu aynı.
Bu ve bu aynı hiç şüphesiz. Steve Jobs'un Apple logosu. Hani elma çatı arasında güya aç kalmış, ısırmış.
Onunla hayatını idare etmiş falan değil. Bu elma, Moğolca'da da mal es. Bunların hepsi aynı.
Arapça'da da mal. Mal ve evlat. Birisini biz insan kaynağı olarak yorumlayalım.
Öbürsünü de zevkinlik, mülk olarak algılayalım. İnsanın hayatında, kültürlerinde, topluluklarında, hayatında kavgası bu aslında. Hepimizin kendi içimizde kavgamız bu.
Bu da Moğol işte. Bu Moğol, bu Moğol ve bu da Moğol. Hepsi aslında mal.
Mal mülk aslında. Latince de aynı. İngilizce de aynı.
Bizim Latincenin alfabesi Argunça'dır. Argunça da aynı. Moğol adır.
Bu tabii Steve Jobs'un bu tercihi boş değil. Fakirliğin göstergesi değil bu aslında. Zenginliğin hırsıyla göstergesi ama nasıl bir darbe mesela ki Steve Jobs kanserden öldü gitti.
Bütün zenginliğini de yaşayalım. Aynı bizim cennetten kovulmamız gibi. İnsanın hep kavgası bu aslında.
Mal edinme kavgası. Mal edinme kavgasının en büyük şeyi de toprak. Aslında insanın zenginliği bir.
Canı varsa, nefsi varsa zengin. Yoksa zaten bunu hesap edemezsin. Mal, toprak, gayrimenkul.
Moğol dediği şey. Bu ikinci ayağı. Üçüncüsü de evladlık veya insan kaynağı.
Amerika'yı Amerika yapan şey nedir? İnsan kaynağıdır. İnsan kaynağı yoksa batı dünyasının gelişmişliğinin en büyük temeli. Bu.
Batı dünyasının gelişmişliğinin en büyük temellerinde bir tanesi de sömürge var. Sömürgenin alt yapısında ne var? Toprak ve içindekiler var. Bugün Türkiye'de oligarşi çok uzun, soluklu değil.
Oligarşi bir türlü değil. Hiç tutmadığı Türkiye'de. O yüzden oligarh yapısı yok.
Londra'da, rahatlıkla birçok ülkesinde mülk satılmaz. Mülk hep oligarşinin elindedir. Toprak satışı yoktur.
Topu yoktur. Hep üst hakkı devri vardır. Nitekim seçkin sınıfı ancak o şekilde ulaşabiliyor zaten.
Yani bugün oligarh olmanın şart koşulu toprak ağasıdır. Toprak zenginliğinin olmasıdır. Biz tabii bulunuyoruz.
Bu coğrafyada zengin bir coğrafya. Bu coğrafyada insanlık tarihi, kadim kültürleri kurdukları şehirlerle alınıyor. Büyük İskender'i büyük yapan savaşlar kazandığı savaşlar değil, hiç şüphesiz kurduğu şehir medeniyetleri.
İskenderiye bunlardan bir tanesi. Birçok yerde Büyük İskender'in kısa ömründe bugüne kalan şey aslında kültüre, şehre dair yaptığı yatırımlar. Ve bunlardan dolayı biz daha çok Büyük İskender'i alıyoruz.
Ve bugüne yansıyan da o zaten. Aynı şekilde Anadolu coğrafyanız da öyle. İnsanlık tarihinin doğduğu bir coğrafyadayız.
Mezopotamya'dayız biz. Anadolu'nun insanlık tecrübesinin en zengin yansımalarının olduğu bir coğrafya. Bugün işte Göbekli Tepe'de konuşulanlar, dünya tarihinin yeniden yorumlanmasına, insanlık tarihinin yorumlanmasına yaklaşık bu tarih bir coğrafya.
Ve bu coğrafyada biz şehir kültürünü her türlü yönüyle yansıtmış, yaşamış, deneyimlenmiş bir coğrafya bu. Ve çok sık bir şekilde rüzgârların esniği, fırtınaların esniği, değişimlerin yaşandığı bir coğrafya hiç şüphesiz. Böyle bir coğrafyanın üstüne bir yetmiş bir vazgeçiş savaşından sonra daha yoğun bir şekilde Osmanlı ile beraber şekillenen bir kültür var, bir şehir hayatı var Anadolu'da.
Bu tabi Türkçe işçiliği açısından hiç şüphesiz Osmanlı şehir modelinin, biz hani Bursa'dayız şu anda, en zirve yaptığı yer Bursa. Bursa, Osmanlı kert mimarisinin DNA'sının kurgulandığı şehir aslında. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nun kentsel mimarisinin kurgusu DNA'sı Bursa'dır.
Bunu biz, UNESCO çok kaliteli bir, teknik bir kurum, İngilizce Milletler Meclisi'nde maliyetini gösteren bir kurum. Bunun alt yapısında IKOMOS var, danışmanlığını yöneten. Bu IKOMOS danışmanı Bursa'ya geldiğinde, biz kanlar bölgesi biliyorsunuz, bu yönüyle çok özel bir takım mimari, çizgide ifade ediliyor.
Hani burada mimar dostlarımız da var, teknik insanlar da var, bizi dinleyenler de var. Bu özellik, 600 yıllık Osmanlı kentsel mimarisinin DNA'sının kurgulandığı özellik, Osmanlı şehircilik anlayışını ortaya koyuyor. Bu tabii sıfırdan oluşan bir anlayış değilmiş şüphesiz.
Roma'nın, Bizans'ın, Selçuklu'nun mirası üzerine yükselen bir anlayış bu. Eşsiz mimari zevki, estetiği, toplumsallığı yansıtması açısından önerildi. Bugün bile dikkat tecanit bir kültür.
Bu süreçte Agora'nın yerine cami ve onun da etrafında, caminin etrafında şifahane, imarethane, medrese, haman gibi hizmet bilimlerini, kamu bilimlerini ve sonra da sivil yaşam bilimlerini toplayan bir anlayış var. Ticaretin de şekillendiği anlayış, bizim hanlarımız. Düşünün ki Koza Han, 500-600 yıl önce Amerika keşfedilmemişken aslında bir Moğol.
Alışveriş merkezi zamanı. Fidan Han, Emir Han, İrinç Han, Eyva Han, Galle Han, Talıl Han, Tuz Han, özel, spesifik bir takım faaliyetleriyle özdeşleşmiş, uzmanlaşmış ticari merkezler bunlar. Bugün de AVB'leri.
Dubai, Moğol neyse, aslında Tuz Han, dün öyleydi ve bunlar gerçekten Koza Han. Amerika yokken vardı. Bu tabi bir şey ifade ediyor.
Bu neyi ifade ediyor? Bu bizim DNA'mız aslında. Burada görüldüğü gibi, bu kurgu, Bursa'dan, İstanbul, Bizans şehri. Biz onun üstüne tabi bir takım sosyal kültürel karmayı inşa etmeye çalışmıştık.
Ama Bursa bizim şehrimiz. Bursa bizim kültürümüzün bütün DNA'sını taşıyor. Bu enver'le Üsküp'e gitti, Puskodra'ya gitti, İşgir'e gitti, Saraybosna'ya gitti.
Bursa'dan gitti bunlar. Bu kentsel imarinin aynı dokusu Üsküp'te de var. Bunu böyle bilmek lazım.
Biz böyle bir kültürün evlatlarıyız. Bunu bilip, bugün neredeyiz ona bakacağız. Şimdi, hiç şüphesiz Hüdaverdigar'da, Murat Hüdaverdigar'da, Yeşil, Yıldırım Külliyesi'ni yapan, Yıldırım Külliyesi, bunların baba olduğunu, bu tepe senin tepe, bu tepe benim tepe olduğunu diye babalarıyla, dedeleriyle böyle bir paylaşım yapmadınız mı? Bugünkü modern şehirlerde, bizim özellikle Avrupa'da, bunu aşmışlar, Alman şehirleri bunu çok iyi aşmış.
Alman şehirlerin bugün düzenli olası sebebi, desantralizasyonu iyi yapması. Hayat da bunu altı yüzyıl önce desantralize etmiş. Her birimiz birer tepeyi tutalım, onu mamul edelim diye uğraşmamış.
Aslında şey değil, desantralize etmiş. İpek yolunun en önemli destinasyon noktalarından birisini olarak gördüğü için yaklaşık 20 tane AVM'yi daracık bir alana sıkıştırmış. İpek yolunun destinasyonu olarak gördüğü için hanlar bölgesinde, yani Elirhan'ı yaptıktan sonra yetmemiş, Bidamhan'ı yapmış yetmemiş, Gallehan'ı yapmış yetmemiş, Kuzhan, Kozahan, Bilinçhan, İpekhan yetmemiş.
Bunların hepsi aslında yoğun bir ticaret. Külliyen önemli sektör, hizmet sektörü var. Bugün sanayi gelişmemiş toplumların sektörü.
Geçmiş toplumlar, sanayi bıraktı artık. Altın, beyaz yakadan bahsetmiyoruz artık. Altın yakadan bahsediyoruz.
Alti teknolojileriyle şekillenen bir anlayış var. Ejder'ta bunu, şu kurguda bunu sağlamış aslında. Desantralize etmiş.
Bugün Bursa'nın en büyük sorunu trafikte ve şehircilikte şehirlik desantralize edememiş olması. Evet, şimdi tabii biz gerek İstanbul'da, gerek Bursa'da bu yapıyı, bu dokuyu anlıyoruz. Biz hani uzmanlar olarak bunu böyle okuyoruz.
Okumamız lazım ki geleceğe daha doğru ışık tutalım. Bu Batı şehirlerinde yok. Batı şehirlerinde farklı bir yapı var.
Bizim kutsadığımız, kültürümüzde kutsadığımız şey ne? Mekan ve insan ilişkisi kutsanıyor. Mekan ve insan ilişkisini kutsanıyor. Çünkü bizim kültürümüzde eşit bir mahlukat insan.
Hani insanı yaşat ki devlet yaşasın. İnsan için var her şey. İnsan Allah'ın halifesi ya yeryüzündeki.
Dolayısıyla bu şehir dokusunda da, mahalle örgüsünde de bu var. Bunu böyle görmek lazım. Ve mahalleli o cami, külliye etrafındaki yapılaşma modeliyle bu bize ait bir model, organik yapısı, sokak yapısı.
Çıkmaz sokak falan bizim kültürümüzde var. Otomobile rağmen çıkmaz sokak var. Çıkmaz sokak niye var? Gülsite yapılanlarında ne var? Aslında çıkmaz sokak var.
Mahremiyet var. Elini kolunu sallayarak geçmemek var. Orada namahremine bakmamak var.
Bizim sokak yapısında bu var. E şimdi Batı şehirlerinde ne var? Borzalar. Doğudan alakalı herkesin oradan geçmemesi var.
Makineyi mi kutsayacak, insanı mı kutsayacak? İnsanlıklıksalığında insan ayaklarıyla bir devirliği var. Modern şehircilikte de o var aslında. Yürüme mesafesinde İTÜ'de Prof. Dr. Hande Süreç hocamız hep onu anlatıyor.
Yürüme mesafesinde şehre erişim var. Bizim kentsel mimarimizde de o var. Külliye etrafında şekillenen mahalle yürüme mesafesinde insanı önceleyen, insanı öne çıkaran bir kültür var.
Yani insan mekan ilişkisini kutsayan bir kültür. O kültürle oluştu. Osmanlı'da oligarşi yok.
Osmanlı'da tertumar. Osmanlı'da tımar sistemiyle beraber araziyi şekillendiriyorlar. Aynı yıllarda berebeylik var.
Avrupa'da kırılıyor ortalık ve toprağa dağılıyorlar. Tımar sistemiyle Osmanlı aslında eyalet sistemiyle beraber araziyi devlet için var ediyor. Arazinin sahibi devlete.
Kişiler hizmet ettiği sürece o arazinin sahibi. Mülkiyet yok. Mülkiyetimizi ne zaman aldık? Tımar sistemiyle Osmanlı'yla birlikte onu aldık.
Sonrasında da iş bozuldu zaten. Özellikle sanayi evrimiyle beraber Batı dünyası çok daha hızlı yol kadetti. Bilimi önceleyen, insan kalitesini önceleyen, eğitimi önceleyen bir mantıkla sanayi evrimini kolay atlattı.
Onların da sıkıntılarını gördü. Sanayi evrimiyle beraber yoğun işçi göçleri, yoğun yapılaşmalar, veba, kolera hastalığı sebebi Fransa ve Londra gibi büyük yoğun şehirler bir sebebi buydu. O koca koca işçi blokları, ortak tuvalet, banyolar ve hastalıklı, hijyen olmayan ortamlar sanayi evriminin sıkıntılarını fark ettiler ve direkt en üst iradeye bağlı olarak Londra ve Paris'in planlamasıyla alakalı şeyler kuruldu.
Sistemler kuruldu. O meşhur mimari deneyler, şehircilik anlayışları, biz de sonradan o uzmanları ülkemize davet ettik. Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Osmanlı'nın son yıllarında aynı uzmanları biz de çağırdık ama orada tabi o sanayi evrimi ve sömürgecilikle beraber gelen zenginliğin tersi oranında biz mutuat kesildiği için para kaynağımız da azaldı.
Borçlarımız da arttı. Mutuatla gelen zenginliğin bitmesi sonucunda biz patinaj yapmaya başladık ama Batı hızlı bir şekilde yol almaya başladı ve Paris ve Londra'nın imarının şu meşhur Paris'in metrosunun şekillendiği yıllar bu sanayi evrimiyle beraber kötü reçetelerin sonuçlarını görmeye başladıkları yıllardan sonra oldu. 1850'li yıllardır Paris metrosunun o 3 kat 5 kat anlı izrada olması altyapısı o dönemlere geliyor.
Biz ise dediğim gibi patinaj yapmaya başladık. Cumhuriyet döneminde ise ilk yıllarda özellikle Mustafa Kemal Atatürk Yansel Henry Prost gibi bunlar uluslararası tanınan imarlar. Meşhur kişiler.
Mesela Ankara'nın imar planında bunların neyi var? Bu kişiler İstanbul'da Vatan Millet Caddesinin açılması Bursa'da Cumhuriyet Caddesi yok. Cumhuriyet Caddesi yine bu Henry Prost'un çizgilerle oluşan bir cadde. Maksem Caddesi İnevey Caddesi var aslında.
Yukarıya daha doğru gider. İsmail Ertağ'ın memurlarında çok geçmiştir mesaisi. Bunlar bir şekilde çok sonraki yıllarda oluyor.
Ama ilk çizgiler o zamanlarda atılıyor. Öngörülemeyen ne? Öngörülemeyen şu bakın Londra, Paris gibi İstanbul gibi uluslararası şehirler dışındaki şehirler altmış bin, yüz bin kişi geçiniyor. Bursa nasıl uçtu? 1960'lara, 70'lere kadar.
100 bini bulmuyor. Mesela Üsküp daha kadın bir şehir. Bursa, Osmanlı ile beraber.
Üsküp çok daha kadın. Üsküp zaman zaman Evliya Çelebi'nin seyahathanesinde mimari olarak da benziyor. Daha büyük bir şehir aslında.
Bursa Topaş ve Reno'ya birlikte. En önemli enerji kaynağı. İnsan kaynağı da var.
Zenginlik tebelinde de var. Toprak ve içindekiler bile insan kaynağı. Bu ikisi var.
Topaş ve Reno'nun buraya gelmesinin sebebi bu. Topaş ve Reno'yla beraber yar sanayi oldu derken her taraftan insan çektik. Ülayet Osmanlı'nın gayrimüslim tebaasının çok olduğu bir yer.
Onları gönderdikten sonra biz burayı daha Baltan coğrafyasından gelen insanlarla daha mamur etmeye çalıştık. Onlarla beraber bugün Bursa 1960'dan bugün 60 sene ancak geçmiş. 2 nesil oldu.
1 nesil 30 yıl sayarsak. 2 nesilde Bursa herhalde 30 kat. Değil mi? Büyümüş oluyor.
Bugün Bursa hafızası yine görüp ve düşer hariç baktığımız zaman 2.5 milyonuncu varlığında bir şehir. Bakın 100 milyon bugün 2.5 milyona geldiğimizde 25 kat var. Şimdi buna hiçbir Batı atlı çok zor bunu toparlanırsın.
Fakirin pahalı yaşar ya. Biz tabi ki yapıp kurtuluyoruz. Burada at yapı şirketlerinde çalışan dostlarımız var, arkadaşlarımız var.
Bizim en büyük problemimiz yapma olsun. Fakirin pahalı yaşaması gibi yaşıyor. Evet, hızlı büyüyoruz.
Her gün Bursa'ya 30-40 bin kişi insan geliyor. 40 bin insan bölü 3 güne çarpsanız, yani 13 güce vardı, 12 güce vardı, konut yapar. Her sene 12 bin konut ihtiyacı var.
Konut, fiyatının artmasının sebebi o. Tabi, Yeni Cumhuriyet ulusal bir seferber ilan ediyor. Menderes dönemi de aynı. Kentsel mimariyi iyi konuşuyoruz.
Şehirciliği konuşuyoruz yani. Şehir kültürünü konuşuyoruz. Evet, Mustafa Kemal Atatürk'le beraber Yeni Cumhuriyet'in heyecanı ve dünyadaki kimsel uzmanların ilgiye daveti.
Derken Menderes'le beraber yine aynı kaygı var. Menderes'te şehircilik hareketlerinde, faaliyetlerinde önemli. Onun da müdahaleleri var.
1950'li yıllara geldiğimizde bütün Aralık'ın şehirlerinde bu planlama heyecanını, şehircilik heyecanını görmek çok mümkün değil ama özellikle Ankara, İstanbul, Bursa gibi önemli şehirlere bir takım uzmanları getiriyoruz. Tabi, teminde bahsettiğim gibi Karl Löcher 1924 yılında Cumhuriyet ne kaygıda? Hani planlama, imar deyince biraz böyle fantezi gibi kalıyor ama başka bir kaygıda. Veya 1940'da Prost, işte Ankara'ya geldiğinde sadece Ankara'yla yetinmiyor.
Hani Bursa ya da Ankara. Bunlar böyle 3 ayda 5 ayda doldu çıkar. Çalışmaları diyorsunlar.
Bu planlama, şehircilik çalışmaları şeyin damıtması gibi. Sütü damıtırsan tahta tereyağı çıkıyor ya. Bir damıtırsan tahta tereyağı çıkıyor.
Planlama da böyle bir şey. İmali'nin bir üst sekmentinde ve bir final bir anlayıştır planlama. İçinde sosyoloji var.
İçinde psikoloji var. Antropoloji var. Antropoloji.
Biz iki de antropoloji dersi de gördük. Sosyoloji dersi de gördük. Antropoloji diyorsunuz.
Evet, antropoloji dersi ne alakası var? Bu bir şekil bu. Bu şeklin arkasındaki durduğu okunmaktan en önemlisi onu yapmaya çalışıyoruz. Şimdi sonrasında Cumhuriyet'in o ilk heyecanında yabancı uzmanlarla beraber iş yapmaya çalışırken ama bunu bütün ülkeye yayamamış.
Çünkü fakirlik var. Bizim çünkü sömürgeniz yok. Doğru mu? Batı dünyası 1950'de 60'lı yıllara geldiğimizde Batı dünyası 100 sene önce çözdü.
Ve o faturalarını gördü de öyle çözmek zorunda kaldı. Yok sonunda öyle bir tercih yoktu. Kutsadığı şey insan emeğiydi.
Daha çok üretildi. Sanayilerin getirdiği oydu. Biz ise 100 sene sonra bu yabancı uzmanlara artık ihtiyaç duymamaya başladık.
Nasıl plan büroları bulduk? Nasıl plan büroları bakanlıklar meclisinde çalışan bürolar. Bunlar böyle polit büro gibi. Gizemli bürolar.
Herkeste almazlardı. Ama bunlar da köyden kente göçte çok geri kaldılar. Çok aciz kaldılar.
Değil mi İsmail hanım? Siz de adil bir büyüğünüz olarak hatırlıyorsunuz. Şimdi burada tabi bu yıllarda toplumuz %30'u şehirlerde yaşıyor. %70'i köylerdi.
Kırsallar. Biz İstanbul'un dev bir köy yaptık aslında. Kutsa için de çok farklı değil.
Kutsa'da, Balkanlar'dan gelenler ilerler, Anadolu'ndan gelenler genel Müslümanlardır. Doğal artı onları küçümsemek derdimiz yok. Ama tamı bu hareketi çok daha önceden okuması lazımdı.
Siz toplaşıverenoyu ve topu koyduğunuzda yan etkilerini birisinin kimisine ödürebiliyor. Ama her şeye de asker olabiliyor. Askerin de yan etkilerini bilerek hareket etmezseniz olmaz.
Evet, sanayi lazım ama tek tabanca olmaması lazım. Bunun yan etkilerini iyi algılanması lazım. Yan etkilerinin maliyetlerini de düşündüğünüzde sanayi o zaman gelişmemiş bir sektör oldu.
Bugün bakın, tekrar ediyorum. Beyaz Yaka artık gitti. En ucuz sistem tedarikçisi sonucusu Beyaz Yaka.
Artık Altın Yaka konuşuyor. Altın Yaka, IT teknolojileriyle bürünmüş donanmış sektör. Yani karım şüphesiz kıymeti azaldı demek değil bu.
Hepsi aynı anda lazım. Ama bizim paha da geçen yıl dikkatimi çekti. BDSO Başkanı diyor ki 3.65 kilogramı değerinde ürün satıyoruz, mal murfat satıyoruz.
İYİ'de Hollanda bunu 30 Euro'ya satıyor. Biz 30 kilogramı, 30 Euro değerinde bir şey üretebiliyorsak o zaman varız. O zaman rekabet edebiliyoruz.
Oluyoruz. Şimdi bu Nazım Kanbiroğlu geldi bizim konuya. Gerçekten uzman ekipler ama çok az ve toplumun %80'i %75'i, %80'i köylerde yaşıyor, hırsalda yaşıyor.
Ve bunları 60'lı yıllarla beraber yoğun bir şekilde şehirlere doğru göç ettirmeye başladık. Yoğun bir şekilde. Sanki herkes böyle bir büyük bir seferbenlikle köyler boşaltılacak diye bir lütf aldık.
Ve sonuç sonuç ne oldu? Sonuç şu oldu. Biz bu yoğun göçü yönlendirmede aciz kaldık. Bakın 1958 Bursa yangını ile beraber içine atıyoruz.
Bu içine atıyoruz. Bu İtalyan dini gelmiş. Bursa'nın nüfusunu bu adamcağız yine 150-200 binlerden görmüş.
Yani Bursa'nın nüfusunu planlama deyince en az 50 yıl falan görüyoruz. 50 yıl değil, 10 sene sonra iki katına çıktı. İki katına çıktı.
Bunu iyi okuyamadık her birimiz. Değil kendi uzmanlarımız. Dışarıdan insanlar başka bir gözle bakın diye söylediğiniz insanlarla okuyamadık.
Daha sonraki yine Bursa nazım plan bürosu 1976'da
DİĞER FAALİYETLER
-
48.Simit&Çay Programı
07 Mayıs 2025, 11:01 -
46.Simit&Çay Programı
12 Nisan 2025, 10:09 -
45.Simit&Çay Programı
25 Mart 2025, 01:00 -
44.Simit&Çay Programı
17 Mart 2025, 14:20 -
7.Simit&Çay Programı
11 Mart 2025, 12:22 -
8.Simit&Çay Programı
11 Mart 2025, 12:22 -
9.Simit&Çay Programı
11 Mart 2025, 12:21 -
10.Simit&Çay Programı
11 Mart 2025, 12:21 -
11.Simit&Çay Programı
11 Mart 2025, 12:20 -
12.Simit&Çay Programı
11 Mart 2025, 12:19